Flora adlı yapı, bedenimizde bizlerle beraber yaşayan ve hayatımızın ayrılamaz bir parçası olarak bulunan mikroorganizmalar topluluğunun genel adı. Bu mikroorganizmaların toplam ağırlığı yaklaşık 2.5-3 kg yapmakta ve son çalışmalara göre artık ayrı bir organ gibi işlev gördükleri, metabolik süreçlerin bir parçası oldukları düşünülmektedir. Floramız doğumdan itibaren (nasıl doğduğumuza göre yani sezeryanla mı normal doğumla mı) şekillenir, anne sütü alıp almadığımız, yanlış besinleri, gereksiz antibiyotikleri kullanıp kullanmadığımız, stresimize göre şekillenir. Herkesin florasının kendi parmak izi gibi kendisi için biricik olduğu düşünülmektedir.
Flora bulunduğu yere göre adlandırılır: cilt florası, genital flora, burun florası, barsak florası vb.
Floranın içinde yararlı ve zararlı mikroplar bir arada bulunur ve istenen, sağlığımız için yararlı olan, iyi bakterilerin ağır basmasıdır. Bu denge oldukça hassastır ve yaşam koşullarına bağlı olarak korunmaya veya bozulmaya adaydır. Floranın içerisinde bakteriler ve mantarlar bulunur.
Candida adlı mikroorganizma, mantar grubu içinde yer alır. Mantarlar da kendi içlerinde maya ve küf mantarları olarak ayrılır ve candida maya cinsinden bir mantardır. Candida, ağzımızın içinde, kulaklarda, ciltte, genital bölgede, barsaklarda floranın bir parçası olarak belli az miktarlarda bulunur. Candida’nın iki formu vardır: bir tanesi doğru bir benzetmeyle kış uykusunda yatan masum basit formu ve diğeri de saldırgan, saçaklarını ilerleten ve toksin salgılayan formu. Doğru yaşam şekli sürdürüldükçe candida nispeten zararsız formda varlığını sürdürür ve bedenimizde hep vardır, yok olmaz, floramızın bir parçasıdır. Ancak yanlış yaşam koşulları altında saldırgan forma dönüşür ve miktarı çoğalır, toksinlerini dolaşıma salgılar ve bu durumda da başımıza birçok sorun açar. Bu sorunlara fırsatçı enfeksiyonlar denir. Adından da anlaşılacağı üzere, Candida, fırsatını bulup harekete geçmek üzere bedenimizde pusuya yatıp masum formunda bekler. Dolayısıyla, bizler için hep doğru şekilde davranmak ve yaşam şeklini benimsemek için, bir fren görevi de görür. Kısaca yanlış yaşam şekli = Candida aşırı çoğalması = Klinik Tablo olarak düşünülebilir.
Candida aşırı çoğalmasında sıklıkla izlediğimiz klinik tabloları şöyle sıralayabiliriz:
Candida, adı üzerinde bir maya mantarı ve şekeri mayalayarak kendisine hayat bulur. Şeker, Candida’nın yaşam kaynağıdır. Dolayısıyla beslenmede şeker alımını sınırlandırmak ve doğru kaynaklardan şeker almak önemli ve elzemdir.
Candida bizlerin bir ömür yol arkadaşı, bizlerin davranışına göre ya saldırgan tutum alması ya da daha masum formda bulunup sessiz sedasız yolculuğumuza katılması söz konusu.
Candida’nın laboratuvar ortamında tanı konması çok zor. Genelde kültürlerde ya da direkt idrar bakısı, cilt sürüntüsü gibi tetkiklerde saptanan Candida, floranın doğal bir parçası olmasına bağlanıyor. Daha çok ancak ileri düzeyde bağışıklık yetmezliği olan hastalarda Candida özefajiti, yaygın aftöz stomatit ve benzeri durumlar varsa tedavide dikkate alınıyor. Evde sabah tükürüğünü bir bardak suya bırakmakla suyun içinde saçaklar izlenmesinin, Candida teşhis etmede bir metod olarak kullanıldığına dair bilgiler mevcut. Ancak bizim yolumuz, vücudun kas yanıtı üzerinden otonom sinyalini değerlendirmek yani kinezyolojik muayene yapmak.
Candida’nın tedavisinde ise sistemik ağız yoluyla alınan anti-fungal ilaçlar, cilt üzerinde kullanılan kremler, şampuanlar, vajinal fitiller kullanılması bir seçenek. Ancak Candida varlığını arttıran yukarıda saydığımız etkenler ve özellikle beslenme düzenlenmediği müddetçe Candida tekrar tekrar kendisini gösterecektir. Ek olarak akupunkturla da barsak florası, barsak geçirgenliği ve bağışıklık sistemini destekleyip düzenleyerek Candida çoğalmasını kontrol altına almak mümkün ve bu kontrol genelde tek seansla sağlanabiliyor.